14. Deck

 0    100 speciālā zīme    macitsamet
lejupielādēt mp3 Drukāt spēlēt pārbaudiet sevi
 
jautājums atbilde
buharla/suyla haşlamak
Sıcak çorbanın üzerinde ağzını haşladı.
sākt mācīties
scald
She scalded her mouth on the hot soup.
aletle taramak
resim ve yazıları bilgisayara aktarmak için taramak, iyice incelemek, inceden inceye araştırmak, hızlıca okumak/göz gezdirmek
Havaalanları, bagajlarda silah taraması yapmak için X-ray makineleri kullanır.
sākt mācīties
scan
Airports use X-ray machines to scan luggage for weapons.
dağıtmak, saçmak, yaymak, serpmek
sağa sola dağılmak, darma dağınık olmak, dağılmak
Bahçeye çiçek tohumları serpti.
sākt mācīties
scatter
The crowd scattered at the sound of gunshots.
He scattered some flower seeds in the garden.
yakmak, kavurmak
Yaklaşık on bin dönümlük bir alanı kavurduktan sonra orman yangını kontrol altına alındı.
sākt mācīties
scorch
The forest fire was contained after scorching some ten thousand acres.
ellerin yardımıyla güçlükle tırmanmak
çabalamak, az olan bir şeyi kapmak için yarışmak, kapışma
Tepeye tırmandık.
sākt mācīties
scramble
[+ to do sth ] New teachers scramble to get jobs in the best schools.
We scrambled up the hill.
kazıyarak temizlemek, sıyırmak, kazıyarak çıkartmak, kazımak, sıyırmak
kıt kanaat geçinmek, sıyırık, *Et parçalarını köpeğin kasesine kazıdım.
Boyamadan önce duvarları kazımanız gerekecek.
sākt mācīties
scrape
*I scraped the bits of meat into the dog’s bowl.
You’ll have to scrape the walls before you paint them.
mühürlemek, zarf/paket ağzını yapıştırarak kapamak, kapamak, tıpamak, ağzını tıkamak
mühür, kaşe, fok
Tom mektubu yazdıktan sonra onu bir zarfa koydu ve onu mühürledi.
sākt mācīties
seal
After writing the letter, Tom put it in an envelope and sealed it.
salgılamak (biyolj), saklamak, gizli bir yere koymak
salgılama
Hayvanın derisindeki bezler küçük proteinler salgılar.
sākt mācīties
secrete
Glands in the animal’s skin secrete tiny proteins.
birini seninle seks yapmaya ikna etmek, baştan çıkartmak, ayartmak, tahrik etmek
kolay veya heyecanlı görünmesini sağlayarak birini bir şeyi yapmaya ikna etmek
Daha yüksek kar beklentisiyle baştan çıkaran şirket çok hızlı büyüdü.
sākt mācīties
seduce
Gerçekten beni ayartabileceğini düşündün mü? - Did you really think that you could seduce me?
Seduced by the prospect of bigger profits, the company expanded too rapidly.
tecrit etmek, ayırmak, ayrılmak, ayrı tutmak, tefrik etmek
özellikle ırk, cinsiyet veya din nedeniyle insan gruplarını veya şeyleri ayırmak. integrate ise tam tersidir.
Ordu, eğitim sırasında kadın ve erkekleri ayırmama kararı aldı.
sākt mācīties
segregate
The army has decided not to segregate men and women during training.
bıçak, alet veya kurşun kalem gibi bir şeyi keskinleştirmek
bir seyi geliştirmek için bir şey yapmak
Program, genç sporculara becerilerini geliştirme şansı verecek.
sākt mācīties
sharpen
The programme will give young athletes the chance to sharpen their skills.
param parça etmek/olmak, tuzla buz etmek/olmak
(güven, ümit, inanç) yıkmak, parçalamak, yok etmek, mahvetmek
Biri arabaya bir taş atarak ön camı kırdı.
sākt mācīties
shatter
The accident completely shattered her confidence.
Someone threw a stone at the car, shattering the windscreen.
barınmak, sığınmak, korunmak
korumak, muhafaza etmek, yataklık etmek, barınak, sığınak
Yağmurdan korunmak için bir ağacın altına girdiler.
sākt mācīties
shelter
Many households are already sheltering refugees.
They went under a tree to shelter from the rain.
korumak, siper olmak
kalkan, siper, koruyucu
gözlerini güneşten korumak
sākt mācīties
shield
to shield your eyes from the sun
iç çekmek
Derin bir iç çekti ve oturdu.
sākt mācīties
sigh
He sighed deeply and sat down.
benzetmek, taklidini yapmak, yalandan yapmak, yapıyormuş gibi görünmek
benzetim
Şirket, yeni arabalarının çarpışma testlerini simüle etmek için bir bilgisayar kullanıyor.
sākt mācīties
simulate
The company uses a computer to simulate crash tests of its new cars.
sekmek, seke seke gitmek, atlamak, başka bir konuya geçmek, atlatmak, atlamak, es geçmek, boş vermek
ip atlamak, atlamak, es geçmek, boş vermek
•Kızının caddeden aşağı atlamasını izledi. •Genellikle sıkıcı kısımları atlarım.
sākt mācīties
skip
I skip for ten minutes every day to keep fit.
•She watched her daughter skipping down the street. •I usually skip the boring bits.
ezmek, paramparça etmek, kırıp parçalamak, şiddetle çarpmak/vurmak
ortadan kaldırmak, yok etmek, mahvetmek, canına okumak; kökünü kazımak
*Hırsızlar dükkanın camını kırdı ve 50.000 dolar değerinde bilgisayar ekipmanı çaldı. *Araba kayarak bir ağaca çarptı. *Camı duvara çarptı.
sākt mācīties
smash, smash (sth) against/into/through, etc
*Thieves smashed the shop window and stole $50,000 worth of computer equipment. *The car skidded and smashed into a tree. *He smashed the glass against the wall.
burnunu çekmek
burnunu çekerek koklamak
Sam üşüttü ve burnunu çekmeye devam etti.
sākt mācīties
sniff
She sniffed the flowers.
Sam had a cold and she kept sniffing.
hafifletmek, dindirmek, azaltmak,
yatıştırmak, rahatlatmak, teskin etmek, sakinleştirmek
Ağrıyan kaslarımı yatıştırmak için uzun, sıcak bir banyo yaptım.
sākt mācīties
soothe
to soothe a crying baby
I had a long, hot bath to soothe my aching muscles.
uzmanlaşmak, ihtisas yapmak
İş hukuku alanında uzmanlaşmış bir şirkette çalışıyor.
sākt mācīties
specialize
She works for a company specializing in business law.
uyarmak, harekete geçirmek, canlandırmak
heves uyandırmak, gayrete getirmek; heyecanlandırmak
Kırmızı kan hücrelerinin üretimini uyarır.
sākt mācīties
stimulate
Colourful pictures can stimulate a child.
It stimulates the production of red blood cells.
karıştırmak
kımıldamak, kımıldatmak, coşturmak, harekete geçirmek, uyandırmak
Karışımı pürüzsüz olana kadar karıştırın.
sākt mācīties
stir, stir up
*The baby stirred in its sleep. *The case has stirred great anger among the public.
Stir the mixture until it is smooth.
(bir halkı) buyruğu altına almak; (bir yeri) kontrolü altına almak, hükmü altına almak, boyun eğdirmek, kendinize, dileklerinize veya inançlarınıza diğer insanlardan veya onların istek veya inançlarından daha az önemliymiş gibi davranmak
bir yeri veya bir grup insanı yenmek ve onları size itaat etmeye zorlamak, insanları veya bir ülkeyi yenmek ve onlara özgürlük tanımayacak şekilde yönetmek
Annesinin ihtiyaçlarına boyun eğdi. *Sadece 50 yıl sonra İngiltere yeniden Normanlar tarafından boyun eğdirildi.
sākt mācīties
subjugate
Just 50 years later, England was again subjugated by the Normans.
She subjugated herself to her mother's needs.*Just 50 years later, England was again subjugated by the Normans.
sunmak, arzetmek, göndermek, vermek
uymak, yumuşak başlı olmak, razı olmak, boyun eğmek
Başvurular 31 Ocak'tan önce yapılmalıdır.
sākt mācīties
submit
He was forced to submit to a full body search.
Applications must be submitted before 31 January.
abone olmak
bir dergiye / internet hizmetine abone olmak için
sākt mācīties
subscribe
to subscribe to a magazine/an internet service
somurtmak, surat asmak, küsmek
Üst katta yatak odasında somurtuyor.
sākt mācīties
sulk
He's upstairs sulking in his bedroom.
takviye etmek
ek, katkı, ilâve
Emekli maaşını tamamlamak için yarı zamanlı çalışıyor.
sākt mācīties
supplement
*to take a vitamin supplement *a newspaper with a colour supplement
She works part-time to supplement her pension.
bıçaklamak, bıçak saplamak
Göğsünden birkaç kez bıçaklandı.
sākt mācīties
stab
He was stabbed several times in the chest.
peşine düşmek, gizli gizli izlemek; avına sinsice yaklaşmak
kasıla kasıla yürümek; azametle/çalım satarak yürümek
Adamın onu bir aydır takip ettiğini iddia etti.
sākt mācīties
stalk
stalk out/off, etc, *She stalked out of the restaurant.
She claimed that the man had been stalking her for a month.
bastırmak, sindirmek, durdurmak
gizli tutmak, örtbas etmek, saklamak, zorla durdurmak, zaptetmek
Öfkemi zar zor bastırabiliyordum.
sākt mācīties
suppress
•to suppress evidence/news •The rebellion was suppressed by government forces.
I could barely suppress my anger.
çevirmek, sarmak, kuşatmak
kuşatılmak, sarılmak, çevrelenmek, etrafını sarmak, kuşatmak; ilgisi olmak; ilişkisi olmak
Polis binayı çevreledi.
sākt mācīties
surround
She's surrounded by the people she loves.
The police have surrounded the building.
ertelemek, tehir etmek, tatil etmek, askıya almak, dondurmak
asmak, asılı durmak, sarkıtmak, geçici olarak men etmek, bir süre kovmak, okula/işe gitmesine izin vermemek
Yarı final kötü hava koşulları nedeniyle askıya alındı.
sākt mācīties
suspend
suspend sth from/between, etc, *A light bulb was suspended from the ceiling.
The semifinal was suspended because of bad weather.
değiş tokuş etmek, trampa etmek
değiş tokuş
Benimle yer değiştirir misin?
sākt mācīties
swap
Would you mind swapping places with me?
lekelemek, kirletmek
karar(t)mak, parlaklığını kaybet(tir)mek; donuklaş(tır) mak
birinin imajını / itibarını lekelemek
sākt mācīties
tarnish
to tarnish someone's image/reputation
eğiliminde/meyilli/istekli/temayüllü olmak
ilgilenmek, çok iyi bakmak, bakım göstermek
Koyu renkler giyme eğilimindeyim.
sākt mācīties
tend
He spends most afternoons tending his vegetable garden.
I tend to wear dark colours.
bit(ir)mek, sona er(dir)mek
sonlanma
Kontratı feshedildi.
sākt mācīties
terminate
His contract has been terminated.
ödünü patlatmak, dehşete düşürmek; çok korkutmak; yüreğini ağzına getirmek
korkunç
Bir uçaktan paraşütle atlama fikri beni korkutuyor.
sākt mācīties
terrify
a terrifying experience
The idea of parachuting out of an aircraft terrifies me.
tanıklık yapmak, şahitlik etmek
Elliott, adamlarla bir barda tanıştığını söyledi.
sākt mācīties
testify
[+ that ]
Elliott testified that he had met the men in a bar.
boğmak, gırtlaklamak, gırtlağına çökmek
Uluslararası yaptırımlar ülke ekonomisini kısıtladı.
sākt mācīties
throttle
International sanctions have throttled the country’s economy.
çok çalışmak, didinmek; üzerinde uğraş vermek
zahmet, yorulma, zor iş yapma
Çiftlik işçileri bütün gün tarlalarda çalışmak zorundadır.
sākt mācīties
toil
Farm labourers have to toil in the fields all day.
işkence etmek, eziyet etmek,
işkence eden
Mahkumların çoğu işkence görmüştü.
sākt mācīties
torture
torturer
Many of the prisoners had been tortured.
izini bulmak, ortaya çıkarmak
kökenini/aslını bulmak
Polis şimdiye kadar kayıp kadının izini sürmeyi başaramadı.
sākt mācīties
trace
She's traced her family back to the sixteenth century.
Police have so far failed to trace the missing woman.
yayın yapmak, göndermek, yayınlamak
geçirmek, yaymak, dağıtmak
Bilgiler elektronik olarak merkezi bilgisayara iletilir.
sākt mācīties
transmit
The disease is transmitted by mosquitoes.
The information is transmitted electronically to the central computer.
tuzağa düş(ür)mek, kapana kısıl(tır) mak, faka bas(tır) mak, tuzak kurup yakalamak
tuzak, kapan
Araba, sürücüyü altına hapsederek ters döndü.
sākt mācīties
trap
a mouse trap
The car turned over, trapping the driver underneath.
tetiklemek, harekete geçirmek, neden olmak, başlatmak
tetik, deklanşör
Tutuklanması kitlesel protestoları tetikledi.
sākt mācīties
trigger
His arrest triggered mass protests.
ürkütmek, zayıflatmak, baltalamak, sabote etmek, sarsmak
Bir dizi skandal, insanların hükümete olan güvenini baltaladı.
sākt mācīties
undermine
A series of scandals have undermined people's confidence in the government.
olduğundan daha az değer vermek, hafife almak, küçümsemek
zıttı; overrate
Onu küçümseme. O harika bir tenis oyuncusu.
sākt mācīties
underrate
Don't underrate her. She's a great tennis player.
fişi çekmek, fişi prizden çıkarmak
Yatmadan önce TV'nin fişini çekin.
sākt mācīties
unplug
Unplug the TV before you go to bed.
ikna etmek, ısrar etmek, zorlamak, sıkıştırmak, üstelemek
ısrarla tavsiye etmek
Ailesi onu üniversiteye gitmeye çağırdı.
sākt mācīties
urge
His parents urged him to go to university.
doğrulamak, teyit etmek, geçerli kılmak
geçerlilik
Kanıt, iddiasını doğruluyor gibi görünüyor.
sākt mācīties
validate
The evidence does seem to validate his claim.
bilerek ve isteyerek zarar vermek; sebepsiz yere kırıp dökmek/yakıp yıkmak
British English
Mezarlık gece boyunca tahrip edildi.
sākt mācīties
vandalize
vandalize
The cemetery was vandalized during the night.
aniden gözden kaybolmak
Güneş ağaçların arkasında kayboldu.
sākt mācīties
vanish
The sun vanished behind the trees.
değişik olmak, farklı olmak
değişmek, değişim göstermek, değiştirmek
Araba fiyatları Avrupa genelinde büyük farklılıklar gösteriyor.
sākt mācīties
vary
Temperatures vary depending on the time of year.
Car prices vary greatly across Europe.
titremek
titreşim
Müzik o kadar yüksekti ki yer titriyordu.
sākt mācīties
vibrate
The music was so loud that the floor was vibrating.
ihlal etmek, bozmak, çiğnemek
saygısızlık etmek, kutsallığını bozmak, kutsalına söz etmek
Uluslararası hukuku ihlal eden ülkeler ciddi şekilde ele alınacaktır.
sākt mācīties
violate
They were accused of violating human rights.
Countries that violate international law will be dealt with severely.
buharlaşmak, buharlaştırmak, püskürmek
Dünyaya çarpan göktaşlarının çoğu anında buharlaşır.
sākt mācīties
vaporize
Most meteorites striking the earth vaporize instantly.
buharlaş(tır) mak
(duygular) uçup gitmek, yok olmak, buharlaşmak
Zafer umutları kısa sürede uçup gitti.
sākt mācīties
evaporate
Her hopes of victory soon evaporated.
gerekli kılmak, hak etmek, gerektirmek, layık olmak
yetki/izin belgesi, tevkif müzekkeresi, arama emri
Suçlarından hiçbiri cezayı gerektirecek kadar ciddi değil.
sākt mācīties
warrant
None of her crimes is serious enough to warrant punishment.
zayıfla(t)mak, güçsüzleş(tir)mek
gittikçe önemini yitirmek, üzerinde fazla durmamak; ısrarcı olmamak
Ekonomiyi zayıflatan bir dizi faktör var.
sākt mācīties
weaken
I told him he wasn't having any more money but then I weakened.
A number of factors have weakened the economy.
solmak, boynunu bükmek, canlılığını yitirmek
Solmaya başlıyorum - eve gidebilir miyiz?
sākt mācīties
wilt
I'm starting to wilt - can we go home?
göz kırpmak
Bana gülümsedi ve göz kırptı.
sākt mācīties
wink
She smiled and winked at me.
kötüleşmek, kötüleştirmek
Durumu geçen hafta aniden kötüleşti.
sākt mācīties
worsen
His condition suddenly worsened last week.
atışmak, kapışmak, tartışmak
yaygara, münakaşa, kıyamet
Hala para için çekişiyorlar.
sākt mācīties
wrangle
a legal wrangle
They're still wrangling over money.
güreşmek, güreşe tutuşmak
boğuşmak, uğraşmak *Hala vicdanıyla boğuşuyor.
İki adam birbirleriyle güreşti.
sākt mācīties
wrestle
wrestle with sth *He's still wrestling with his conscience.
The two men wrestled with each other.
buruşmak, kırışmak
kırışıklık, buruşukluk •burun kıvırmak (sevmemek, hoşlanmamak) *İlaç, burnunu tiksintiyle buruşturdu/kırıştırdı.
Güneşlenmek cildi erken yaşlandırabilir ve kırışabilir.
sākt mācīties
wrinkle
wrinkle (up) your nose *The medicine made him wrinkle up his nose in disgust.
Sunbathing can prematurely age and wrinkle the skin.
can atmak, özlem duymak, gözünde tütmek, ... diye kıvranmak/yanıp tutuşmak
Barışı özlüyorlardı.
sākt mācīties
yearn
She yearned to get away.
They yearned for peace.
avaz avaz bağırmak, haykırmak, feryat etmek
çığlık
Polis onlara durmaları için bağırdı.
sākt mācīties
yell
The policeman yelled at them to stop.
ürün vermek, sağlamak, vermek
kabul etmek, boyun eğmek, yapmaya zorlanmak
Soruşturma bazı beklenmedik sonuçlar verdi.
sākt mācīties
yield
The investigation yielded some unexpected results.
birini muhtemel tehlikeye karşı uyarmak, ikaz etmek, tayakkuza sokmak
teyakkuz hali, uyanık olma hali, dikkatli
Altı saat sonra hala evde olmadığı için polisi uyardılar.
sākt mācīties
alert
Six hours later she still wasn't home so they alerted the police.
eğlendirmek
ilgisini çekmek, eğlendirmek, iyi vakit geçirmelerini sağlamak
Onu eğlendirebileceğini düşündüğüm bir makale aldım.
sākt mācīties
amuse
I bought a magazine to amuse myself while I was on the train.
I took him an article that I thought might amuse him.
analiz etmek, detaylı bir şekilde incelemek
Kan örnekleri laboratuvarda analiz edildi.
sākt mācīties
analyse
Blood samples were analysed in the laboratory.
kızdırmak, rahatsız etmek
Her zaman geç kalıyor ve bu beni kızdırmaya başlıyor.
sākt mācīties
annoy
He's always late and it's starting to annoy me.
ağartma, rengini giderme, temizleme, lek çıkarma,
Saçını ağarttı.
sākt mācīties
bleach
She's bleached her hair.
lekeyi silmek, kurulamak, çıkarmak
kötü bir şeyi düşünmeyi bırakmak *Dieter ile ilişkimin anılarını silmeye çalıştım.
•Kağıt havlu ile herhangi bir dökülmeyi kolayca temizleyebilirsiniz. •Fazla ruju bir kağıt mendille silin.
sākt mācīties
blot (up)
blot sth out *I've tried to blot out memories of my relationship with Dieter.
•With paper towels you can blot any spills up easily. •Blot up any excess lipstick with a paper tissue.
iki şeyi civatayla birleştirip, sıkıştırmak, kapı ya da pencereyi sürgü ile kitlemek, mandallamak
kapı/pencere sürgüsü, aniden ve hızlı hareket etmek
Sinemadaki koltuklar zemine sabitlendi.
sākt mācīties
bolt
The cat bolted out of the door when it saw the dog.
The seats in the cinema were bolted to the floor.
vurup sıçramak, zıplamak
sıçramak, zıplamak, yumuşak zemin üzerinde defalarca aşağı yukarı zıplamak, bir yere doğru mutlu ve enerji dolu olarak yürümek, girmek, hareket etmek
Top havaya sıçradı.
sākt mācīties
bounce
Sarah bounced into the room with a big smile on her face.
The ball bounced high into the air.
bir grup karşısında eğilerek saygı göstermek, reverans yapmak, öne doğru eğilmek
birinin emirlerine itaat etmek, söylediği her şeyi yapmak, birine/birşeye itaat etmek, boyun eğmek/uymak
Oyuncular gösteriden sonra eğildi.
sākt mācīties
bow
bow to sth/sb, *The government are refusing to bow to public pressure.
The actors all bowed after the performance.
yaralamak, yaralanmasına sebep olmak
yara, bere, çürük
Kazada ağır bir şekilde yaralandı.
sākt mācīties
bruise
He was badly bruised in the accident.
hava kabarcıkları yapmak, köpürmek, kabarmak
hava kabarcığı, kendine güven/sevinçle coşmak
Çorba ocakta köpürüyordu.
sākt mācīties
bubble
The soup was bubbling on the stove.
çarpmak, vurmak, bindirmek, engebeli bir yerde araçla ilerlemek, gitmek
kazara kafa kafaya çarpışmak, çarpmak, vurmak
Başımı kapıya çarptım.
sākt mācīties
bump
He kept falling over and bumping into things.
I bumped my head on the door.
vızıldamak, arı gibi ses çıkarmak, heyecan ve eylem dolu olmak, sürekli faal olmak, arı gibi meşgul olmak, yerinde duramamak
heyecan, coşku ve memnuniyet
Kalabalık heyecanla uğulduyordu.
sākt mācīties
buzz
The crowd was buzzing with excitement.
oymak, kazımak, yontmak, etleri doğramak, kesip dağıtmak, dilimlemek
belirli bir işte, faaliyette başarılı olmak
Ağaca baş harflerini kazmışlardı.
sākt mācīties
carve
They had carved their initials into the tree.
Yaşa!' 'Bravo!' gibi bir takım sözlerle yüreklendirmek, desteklemek, alkışlamak
neşelenmek, keyiflenmek, neşelendirmek
Konserin sonunda kalabalık ayağa kalktı ve tezahürat yaptı.
sākt mācīties
cheer
The crowd stood up and cheered at the end of the concert.
nefesi tıka(n)mak, boğ(ul)mak, boğazına bir şey kaçmak
tıkamak, tıkanmak
Çocuklar yer fıstığını boğabilir.
sākt mācīties
choke
The roads were choked with traffic.
Children can choke on peanuts.
dilimlemek, parçalamak, kesmek, doğramak
Bir soğanı ince ince doğrayın.
sākt mācīties
chop
Chop an onion finely.
•tutturmak, tokalamak, toka takmak, takmak, klipsle tutturmak, •kırpmak, kesmek, küçük bir parça kesmek, kısaltmak (tırnak) •bir şeye hafif ve hızlıca vurmak, geçerken yanlışlıkla bir şeye çarpmak
toka, klips, kelepçe, kısa gösterim/film; klip, parça, fragman
•Mikrofonu ceketinizin yakasına tutturun. •Jamie dışarıda çiti kırpıyordu. •Uçak, düşerken güç kablolarını keserek kontrolü kaybetti.
sākt mācīties
clip
•Clip the microphone to the collar of your jacket. •Jamie was outside clipping the hedge. •The plane lost control, clipping power cables as it fell.
kangal haline getirmek, çöreklenmek, bobin haline getirmek, büküp/kıvırıp rulo yapmak
bobin, büklüm, makara, kangal
Saçları başının üstüne bir topuz şeklinde sarılmıştı.
sākt mācīties
coil
a coil of rope
Her hair was coiled in a bun on top of her head.
bükülmek, kıvırcık şekil vermek, bukle bukle olmak
bukle, kıvırcık, *kıvrılmak, kıvrılıp yapmak, derli toplu oturmak •phrasal verb
Kedi kuyruğunu vücudunun etrafında kıvırdı.
sākt mācīties
curl
(*curl up) She curled up and went to sleep.
The cat curled its tail around its body.
silahsızlandırmak, silahlardan arındırmak
yumuşatmak, yatıştırmak
Her iki taraf da silahsızlanma konusunda anlaştı.
sākt mācīties
disarm
His smile disarmed her.
Both sides have agreed to disarm.
suyunu çekmek/almak, suyu çekilerek kurumak, kurutmak
canını çıkarmak, yormak, iflahını kesmek, bir dikişte içmek, nefes almadan içmek
Makarnayı süzün ve domatesleri ekleyin.
sākt mācīties
drain
The long journey drained him.
Drain the pasta and add the tomatoes.
damla(t)mak, damla damla ak(ıt)mak
damlamak, akmak
Tavandan damlayan su vardı.
sākt mācīties
drip
There was water dripping from the ceiling.
eğitmek, öğretmek/eğitmek, eğitim vermek
eğitmek
Özel bir okulda eğitim gördü.
sākt mācīties
educate
This is part of a campaign to educate people about the dangers of smoking.
She was educated ata private school.
utandırmak, mahcup etmek
Babam arkadaşlarımın önünde beni hep utandırıyor.
sākt mācīties
embarrass
My dad's always embarrassing me in front of my friends.
(ışık) birden parla(t)mak, şimşek gibi çakmak, ışıldamak, parıldamak, hızlı bir bakış/gülümseme vb. göstermek/atmak
kısa bir süre görünüp kaybolmak; kısa bir süre görünmek; parlamak, yıldırım gibi geçip gitmek; hızlıca geçmek
Doktor gözüme ışık tuttu.
sākt mācīties
flash
The motorcycle flashed past us and around the corner.
The doctor flashed a light into my eye.
sel basmak, sular altında kalmak
dolmak, doldurmak, taşmak; tıka basa doldurmak, akın etmek, sel
Muslukları çalışır halde bıraktım ve banyoyu sular altında bıraktım.
sākt mācīties
flood
Shoppers flooded into the store.
I left the taps running and flooded the bathroom.
çerçeveye koymak, çerçevelemek, fon oluşturmak, komplo kurmak, suçlu duruma düşürmek, yalan yere suçlamak, sözcükleri dikkatle seçerek ifade etmek/anlatmak/açıklamak
çerçeve, kasa
•Bunu çerçeveleyeceğim ve duvara asacağım. •Uygun bir yanıt oluşturmaya çalıştım.
sākt mācīties
frame
•I'm going to frame this and put it on the wall. •I tried to frame a suitable reply.
okşamak
Yavruları okşadı.
sākt mācīties
fondle
She fondled the puppies.
gözlerini dikip bakmak, dik dik bakmak
gözünü dikip bakma
Birbirlerinin gözlerinin içine baktılar.
sākt mācīties
gaze
They gazed into each other's eyes.
yumuşak, sıcak/iç ısıtan ışık vermek, sağlıklı ve içten/cana yakın/samimi görüntüsü olmak
yumuşak, hoş ışık
•Bu oyuncaklar karanlıkta parlıyor. •Mutlulukla parladı.
sākt mācīties
glow, glow with
•These toys glow in the dark. •She glowed with happiness.

Lai ievietotu komentāru, jums jāpiesakās.