jautājums |
atbilde |
uzatmak, uzanmak, yayılmak, yaymak, sündürmek, esnetmek, gerdirmek •gerinmek, germek büyük bir alanı kaplamak, uzanmak, yayılmak Kazağımı çekme - gereceksin. sākt mācīties
|
|
stretch away/into Don't pull my sweater - you'll stretch it.
|
|
|
genişle(t)mek, büyü(t)mek Ürün yelpazemizi genişletmeyi umuyoruz. sākt mācīties
|
|
We are hoping to expand our range of products.
|
|
|
çıkmak, iş veya okuldan uzun süreli ayrılmak, terketmek, istifa etmek yapmaktan vazgeçmek, bırakmak Son zamanlarda ailesiyle daha fazla zaman geçirmek için işinden ayrıldı. sākt mācīties
|
|
I quit smoking and put on weight. She recently quit her job to spend more time with her family.
|
|
|
fazla uyumak, uyuya kalmak Yine uyuya kaldığım için bugün treni kaçırdım. sākt mācīties
|
|
I have missed the train today because i overslept again
|
|
|
sollamak, yetişip geçmek, yetişmek daha da başarılı olmak •Tütün, ülkenin önde gelen ihracatı olmak için kahveyi geride bıraktı. •Acele edersen ona yetişirsin. sākt mācīties
|
|
overtake - overtook - overtaken •Tobacco has overtaken coffee to become the country's leading export. •If you hurry, you will overtake him.
|
|
|
kulak misafiri olmak, kulak kabartmak, istemeden kulak misafiri olmak, duymak/işitmek Ayrıldığını söylediğini duydum. sākt mācīties
|
|
I overheard him telling her he was leaving.
|
|
|
öngörmek, ileriyi görmek, tahmin etmek Gelecekte herhangi bir sorun öngörmüyorum. sākt mācīties
|
|
foresee - foresaw - foreseen I don't foresee any problems in the future.
|
|
|
Tanrı önceden bildiği kavminden yüz çevirmedi. sākt mācīties
|
|
foreknow - foreknew - foreknown God hath not cast away his people which he foreknew.
|
|
|
tahmin, tahmin raporu 2001 yılında bölge için ciddi bir deprem tahmin edildi. sākt mācīties
|
|
the weather forecast In 2001 a serious earthquake was forecast for the area.
|
|
|
öngörü, önceden söylemek, kehanette bulunmak, kestirimde bulunmak Baykuşlar ölümü önceden haber verebilirler. sākt mācīties
|
|
The owls foretell the death.
|
|
|
yontmak, yontarak şekil vermek -den yontarak şekil vermek Anıt taştan yontulmuştu/oyulmuştu. sākt mācīties
|
|
hew out (of) The monument was hewn out of stone.
|
|
|
biçmek, çim biçmek/kesmek sākt mācīties
|
|
|
|
|
ayrıntıyla açıklamak, açıkça anlatmak *Bana anlaşmanın ayrıntılarını açıklayan bir mektup gönderdiler. "Güzel" kelimesini heceleyebilir misin? sākt mācīties
|
|
spell out - spelt out *They sent me a letter, spelling out the details of the agreement. Can you spell the word 'beautiful'?
|
|
|
Genelde yanlış telaffuz edip yanlış yazarlar. sākt mācīties
|
|
People often misspell it and mispronounce it.
|
|
|
cevabını aramaktan vazgeçmek; çözmekten vazgeçmek sākt mācīties
|
|
give up - gave up - given up
|
|
|
bırakıp gitmek, terketmek, yüzüstü bırakmak ... den/dan vazgeçmek, terketmek; yapmaktan/sahip olmaktan vazgeçmek •Çok hastayken ondan vazgeçemeyeceğini hissetti. •Beni terk etme aman sevgilim. sākt mācīties
|
|
forsake - forsook - forsaken He decided to forsake politics for journalism. •He felt he couldn't forsake her when she was so ill. •Do not forsake me, oh my darling
|
|
|
çevirmek, dönmek, döndürmek (yün, pamuk) eğirmek sākt mācīties
|
|
The car spun across the road.
|
|
|
bir başkasından kiraladığınız bir evin veya başka bir binanın tamamını veya bir kısmını kiralamasına izin vermek için Kira sözleşmemizde evi kiralamamıza izin verilmiyor. sākt mācīties
|
|
Our rental contract states that we are not allowed to sublet the house.
|
|
|
vurmak, cezasını vermek, öldürmek aşık olmak, vurulmak, kapılmak (ortaç sıfatı ile) *O senin annene deli gibi aşık oldu. Bütün gücümüzle onlara saldırmalıyız(vurmalıyız)! sākt mācīties
|
|
smitten with *He was smitten with your mother. We shall smite them with all our power!
|
|
|
bir şeye susamışlık, şiddetli istek, tutku Tanrılar taze kana susamış olmalı! sākt mācīties
|
|
thirst for The gods must be a thirst for fresh blood.
|
|
|
takılmak, eğlenmek, kızdırmak Tom'u yeni saç kesimi konusunda kızdırıyorlardı / alay ediyorlardı. sākt mācīties
|
|
They were teasing Tom about her new haircut.
|
|
|
kaçınmak, sakınmak, uzak durmak, (argo) atlatmak, birini ekmek önlemek, engel olmak, karşı durmak Şehir merkezinden uzak durmaya çalışın. sākt mācīties
|
|
Book early to avoid disappointment. Try to avoid the city centre.
|
|
|
sakınmak, kendini tutmak, müsamaha göstermek, hoş görmek özellikle kibar veya sabırlı olduğunuzu gösterecek şekilde bir şeyi yapmaktan veya söylemekten kendinizi alıkoymak •Sakın! •Planı o kadar başarılıydı ki, orijinal eleştirmenleri bile onu tebrik etmekten güçlükle vazgeçebiliyorlardı. sākt mācīties
|
|
forbear - forbore - forborne •Forbear! •His plan was such a success that even his original critics could scarcely forbear from congratulating him.
|
|
|
Bu raporu yeniden yapmam gerekecek. sākt mācīties
|
|
I'm going to have to redo that report.
|
|
|
tekrar yapım/çevirim/versiyon Kadınlar dünyayı tekrar yaratabilir! sākt mācīties
|
|
remake Women can remake the world!
|
|
|
sıvışmak, kaçıp gitmek, kaçmak, tüymek Polis, zanlının şimdi ülkeden kaçtığını düşünüyor. sākt mācīties
|
|
Police think the suspect has now fled the country.
|
|
|
tevbe etmek, bırakmaya yemin etmek bir şeyi yapmayı bırakmaya yönelik ciddi bir karar vermek: Üyeleri, ulusal bağlılıklarına yemin etmek zorunda kalacaklardı. sākt mācīties
|
|
forswear - forswore - forsworn Its members would have to forswear their national allegiances.
|
|
|
devirmek, iktidardan düşürmek devirmek, düşürmek; zorla devirmek/alaşağı etmek •devirme (kişi, hükümet) Hükümeti devirmek için plan yapmakla suçlandılar. sākt mācīties
|
|
overthrow - overthrew - overthrown They were accused of plotting to overthrow the government.
|
|
|
yeniden inşa etmek, tekrar yapmak düzeltmek, iyileştirmek, canlandırmak, eski hâline getirmek Katedral, yangında yıkıldıktan sonra yeniden inşa edildi. sākt mācīties
|
|
The country is still struggling to rebuild its economy. The cathedral was rebuilt after being destroyed by fire.
|
|
|
inkar etmek, kabul etmemek Ne de dayatılan gerçek zorlukları inkar etmek anlamına gelmez. sākt mācīties
|
|
Nor is it meant to gainsay the real hardships imposed.
|
|
|
patla(t)mak, yar(ıl)mak, patlayıp param parça olmak bir yere/yerden aniden ve zor kullanarak girmek, hareket etmek, çıkmak, geçmek Bir su borusu patladı ve mahzeni sular altında bıraktı. sākt mācīties
|
|
Three masked men burst into the bank. A water pipe burst and flooded the cellar.
|
|
|
yakalamak, suçlamak, göz altına almak Polisler içeri girmek için kapıyı kırmak zorunda kaldı. sākt mācīties
|
|
He was busted for selling drugs. The cops had to bust the door down to get in.
|
|
|
bir yüzeyi ince bir altın tabakasıyla veya altın gibi görünen bir maddeyle kaplamak Güneş ışığı çocukların yüzlerini parlattı. sākt mācīties
|
|
Sunlight gilded the children's faces.
|
|
|
seyretmek, dikkatlice bakmak birini veya bir şeyi görmek veya bakmak Yeni köprü, seyretmek için inanılmaz bir manzara. sākt mācīties
|
|
The new bridge is an incredible sight to behold.
|
|
|
sakatlamak, baltalamak, zora sokmak, elini kolunu bağlamak, yapamayacak duruma getirmek diz arkası kirişi/kordonu; veter •Başkan, Kongre tarafından engellendiğini düşünüyor. •Aşırı düzenlemeler dürüst işletmeleri engelleme/baltalama eğilimindedir. sākt mācīties
|
|
•The president feels he is hamstrung by Congress. •Excessive regulations tend to hamstring honest businesses.
|
|
|
dişlerini gıcırdatmak, gıcırtı sesi çıkarmak •Salatanın üzerine biraz karabiber öğütün. •Benim için biraz kahve öğütür müsün? •Tuz ve taze çekilmiş karabiber. sākt mācīties
|
|
grind your teeth •Grind some black pepper over the salad. •Could you grind up some coffee for me? •Salt and freshly ground black pepper.
|
|
|
korkudan birine/birşeye sıkı sıkıya yapışmak, tutunmak Çıkıntıya yapışmış halde bulundu. sākt mācīties
|
|
She was found clinging to the ledge.
|
|
|
giyinmek Kral, mor bir elbise giymişti. sākt mācīties
|
|
be clothed in something The King was clothed in a purple gown.
|
|
|
•kuşanmak •sarmak, donatmak, kuşatmak, süslemek Şövalyeler savaş için kılıçlarını kuşanmışlardı. sākt mācīties
|
|
The knights girded themselves with their swords for battle.
|
|
|
bir şeyin etrafına bir şeyler sarmak(ip, urgan vb.) dolamak, sarmak, sarmalamak (saat, oyuncak vb.) kurmak İpi ağacın etrafına sardı. sākt mācīties
|
|
wind sth around - wound sth around wind (up) a clock/toy/watch *Did you remember to wind the alarm clock? She wound the rope around the tree.
|
|
|
kuşatmak, (zorluk, tehlike) rahat vermemek, muhasara etmek, huzursuz etmeye devam etmek Proje başından beri sorunlarla kuşatılmış durumda. sākt mācīties
|
|
The project has been beset by problems from the start.
|
|
|
aşırıya kaçmak, abartmak, ifrata kaçmak Dün spor salonuna gittim ama sanırım biraz abarttım. sākt mācīties
|
|
overdo - overdid - overdone I went to the gym yesterday, but I think I overdid it a bit.
|
|
|
taşmak, aşmak (zaman), süresini aşmak, süresi geçmek istila etmek, ele geçirmek, kaplamak, sarmak *Ev fareler tarafından istila edildi. Üzgünüm geciktim ama buluşma 20 dakika geçti. sākt mācīties
|
|
overrun - overran - overrun The house was overrun by rats. Sorry I'm late, but the meeting overran by 20 minutes.
|
|
|
Uçak pisti aştı ve suda bitti. sākt mācīties
|
|
The plane overshot the runway and finished up in the water.
|
|
|
üstesinden gelmek, alt etmek, halletmek, çözmek, kurtulmak etkilenmek, etkisinde kalmak, kapılmak, birden kapılmak Uyuşturucu bağımlılığının üstesinden gelmeye ve bir iş bulmaya çalışıyor. sākt mācīties
|
|
overcome - overcame - overcome She was overcome by emotion. He's trying to overcome his drug addiction and find a job.
|
|
|
Biraz daha kalın, yalvarırım! sākt mācīties
|
|
Stay a little longer, I beseech you!
|
|
|
hatırlamak, yapmayı anımsamak/hatırlamak bir şey düşünmek, aklında bulundurmak, Pencereyi açmayı hatırladım. sākt mācīties
|
|
bethink oneself I bethought myself to open the window.
|
|
|
biryere gitmek Pansiyonuma doğru yola koyuluyum. sākt mācīties
|
|
betake oneself to - betook oneself to - betaken oneself to I shall betake myself to my lodgings.
|
|
|
teklif vermek, fiyat teklif etmek, önermek fiyat teklifi, teklif, fiyat önerisi Şirket için 500 milyon dolar teklif ettiler. sākt mācīties
|
|
made a bid / put in a bid They bid $500 million for the company.
|
|
|
•Tanrı’nın yardımını dilemek, inayet istemek, kutsamak, takdis etmek •Allah’ın sevgili kulu olmak; nimetine, şansına sahip olmak •Rahip evliliklerini kutsadı. •Tanrı senden razı olsun. sākt mācīties
|
|
•The priest blessed their marriage. •God bless you
|
|
|
yoksun bırakmak, elinden almak, sevdiğinden ayırmak matemli, yaslı, sevdiğini yitirmiş, yoksun bırakılmış Baylar ve bayanlar, bu gün burada bizler için çok değerli olan bir şeyden yoksun bırakıldığımız için toplandık. sākt mācīties
|
|
bereaved Ladies and gentlemen, we are gathered here today to bereave the loss of something dear to us.
|
|
|
ile ilgilenmek, ele almak, gereğini yapmak, uğraşmak, üstesinden gelmek, başa çıkmak, hakkından gelmek biri ile konuşmak, tanışmak, görüşmek özellikle işinin bir parçası olarak Sizinle uğraşacak vaktim yok. sākt mācīties
|
|
I have no time to deal with you.
|
|
|
kötü davrandıkları için birisiyle ciddi bir şekilde konuşmak Kötü davranışları için onu azarladı. sākt mācīties
|
|
She chided him for his bad manners.
|
|
|
sabırla beklemek, kollamak bir şeyler yapmak için iyi bir fırsatı sakince beklemek İntikamını alana kadar zamanını bekliyordu. sākt mācīties
|
|
bide your time She was biding her time until she could get her revenge.
|
|
|
sākt mācīties
|
|
He couldn't abide laziness.
|
|
|
•katlanmak, tahammül etmek, kaldırmak, dayanmak, •doğurmak, dünyaya getirmek taşımak, çekmek, götürmek, kaldırmak •Ondan hoşlanıyorum ama arkadaşlarına katlanamıyorum. •Asla çocuk doğurmayacağı söylendi. sākt mācīties
|
|
He came in, bearing a tray of drinks. •I like her, but I can't bear her friends. •She has been told that she will never bear children.
|
|
|
yavrulamak, doğurmak (hayvan) •yavrulamaları için tavuk/at/tavşan yetiştirmek •köpek, koyun, domuz vb. ırk, cins, soy Kuşlar, son altı yıldır başarılı bir şekilde yavruladı. sākt mācīties
|
|
The birds have bred successfully for the past six years.
|
|
|
Evimiz depreme dayanacak şekilde tasarlandı. sākt mācīties
|
|
Our house was designed to withstand an earthquake
|
|
|
babası olmak Yoksulluk açlığı doğurur ve açlık suçu doğurur. sākt mācīties
|
|
In the Bible it says that Adam begat Cain and Abel. Poverty begets hunger, and hunger begets crime.
|
|
|
Bu evde hiç kimse oturmuyor sākt mācīties
|
|
No one dwells in this house
|
|
|
vuku bulmak, olmak, meydana gelmek, başına gelmek Ailenin başına korkunç bir talihsizlik geldi. sākt mācīties
|
|
befall - befell - befallen A dreadful misfortune has befallen the family.
|
|
|
hesaptan para çekmek, para çekmek sākt mācīties
|
|
withdraw - withdrew - withdrawn
|
|
|
yanlış anlaşılmak; iyi/doğru anlaşılmamak Soruyu tamamen yanlış anladı. sākt mācīties
|
|
misunderstand - misunderstood be misunderstood He misunderstood the question completely.
|
|
|
koyduğu yeri unutmak; nereye koyduğunu/bıraktığını hatırlamamak Görünüşe göre araba anahtarlarımı kaybettim. sākt mācīties
|
|
I seem to have mislaid my car keys.
|
|
|
katılmak(toplantı, konser vb), yer almak, devam etmek, dinlemek sürekli devam etmek, takip etmek •bir şeyle ilgilenmek veya birine yardım etmek Toplantıya sadece 12 kişi katıldı. sākt mācīties
|
|
attend to sb/sth Only 12 people attended the meeting.
|
|
|
yanlış yönlendirmek, yanıltmak aldatmak Halkın hükümet tarafından yanıltıldığını iddia ediyor. sākt mācīties
|
|
She claims the public was misled by the government.
|
|
|
serbest bırakmak, tahliye etmek, salıvermek bırakmak, salıvermek, koyvermek •gösterime sun(ul)mak, piyasaya sun(ul)mak/çıkar(ıl)mak *Albüm Noel zamanında piyasaya sürülecek. Öğleden kısa bir süre önce altı rehine serbest bırakıldı. sākt mācīties
|
|
The album is due to be released in time for Christmas. Six hostages were released shortly before midday.
|
|
|
-sıkmak, sıkıştırmak -suyunu sıkmak sıkışmak, sıkıştırmak Elini sıktı ve hoşçakal dedi. sākt mācīties
|
|
She squeezed through a narrow gap in the wall. She squeezed his hand and said goodbye.
|
|
|
(elbise, kumaş) sıkmak, sıkıp/büküp suyunu çıkarmak Çoraplarını sıktı ve kuruması için astı. sākt mācīties
|
|
He wrung out his socks and hung them up to dry.
|
|
|
boşanma Ailem boşanıyor. sākt mācīties
|
|
*be get a divorce My parents are getting a divorce. She's divorcing her husband.
|
|
|
hayal/düş kırıklığına uğratmak, altüst etmek hal/düş kırıklığına uğramak; sükûtu hayale uğramak Hayranları hayal kırıklığına uğratmak istemiyoruz. sākt mācīties
|
|
*be disappointed in I'm really disappointed in you. We don't want to disappoint the fans.
|
|
|
uygun görmemek, tasdik etmemek/onaylamamak Ailesi evliliği onaylamadı. sākt mācīties
|
|
Her family disapproved of the marriage.
|
|
|
ortadan kaybolmak, gözden kaybolmak sırra kadem basmak, ortadan kaybolmak Kalabalığın içinde kayboluşunu izledi. sākt mācīties
|
|
Her husband disappeared in 1991. She watched him disappear into the crowd.
|
|
|
etkinleştirmek, harekete geçirmek Alarm, bir lazer ışınıyla etkinleştirilebilir. sākt mācīties
|
|
The alarm can be activated by a laser beam.
|
|
|
başarmak, üstesinden gelmek Sanki bütün gün hiçbir şey başaramamışım gibi hissediyorum. sākt mācīties
|
|
I feel as if I've accomplished nothing all day.
|
|
|
şüpheye düşürmek, kuşkulandırmak kaygı, endişe, korku *İtiraf etmeliyim, senin planın hakkında bazı kaygılarım var. Onu gördüğümde kalbim beni kuşkulandırdı/şüpheye düşürdü. sākt mācīties
|
|
misgive - misgave - misgiven misgiving *I must admit, I have some misgivings about your plan. My heart misgave me when I saw him
|
|
|
-e uğramak (değişim...), maruz kalmak, geçirmek, başından geçmek, uğramak, katlanmak •Ülke şu anda büyük bir siyasi değişim geçiriyor. •Kalp sorunu nedeniyle ameliyat oluyor. sākt mācīties
|
|
undergo - underwent - undergone •The country is currently undergoing major political change. •He is undergoing surgery for a heart problem.
|
|
|
•rahatlamak, gevşemek, rahat hareket etmek •düzeltmek, doğrultmak rahatlamak ve tarzınızda daha az resmi ve ciddi olmak Bir iki kadeh şaraptan sonra biraz gevşeyeceğini ummuştum. sākt mācīties
|
|
I'd hoped that after a glass or two of wine she might unbend a little.
|
|
|
zamanı veya parayı boşa harcayacak veya akıllıca olmayacak şekilde kullanmak Kamu parasının bu şekilde hatalı harcanmasını engellemeliyiz. sākt mācīties
|
|
We must stop public money being misspent in this way.
|
|
|
aniden ve güçlü bir şekilde itmek •Parayı cebine soktu. •Gazeteleri bana doğru itti. sākt mācīties
|
|
•She thrust the money into his pocket. •She thrust the papers at me.
|
|
|
çok iyi gelişmek, gelişmek, serpilmek, başarılı ve mutlu olmak sākt mācīties
|
|
thrive - throve - thriven The business is thriving.
|
|
|
hızlandırmak, daha da hızlı hale getirmek hızını artırmak, gaza basmak Enflasyonun bu yıl hızlanması muhtemeldir. sākt mācīties
|
|
Inflation is likely to accelerate this year.
|
|
|
hızlan(dır) mak, hızını art(ır)mak Biraz hızlanmayı deneyebilir misin lütfen? sākt mācīties
|
|
Can you try to speed up a bit please?
|
|
|
Annesinin kaybı için ağladı. sākt mācīties
|
|
She wept for the loss of her mother.
|
|
|
birini birisiyle karıştırmak; benzetmek; sanmak *İnsanlar bazen onu bir kızla karıştırıyor. Sanırım anlamımı yanlış anladın. sākt mācīties
|
|
mistake - mistook - mistaken mistake sb for sb *People sometimes mistake him for a girl. I think you mistook my meaning.
|
|
|
sonuçlandırmak, bitirmek, sona erdirmek, son şeklini vermek Jo anlaşmanın ayrıntılarını sonuçlandırmak için Tayland'a uçtu. sākt mācīties
|
|
to finalize arrangements/details Jo flew out to Thailand to finalize the details of the deal.
|
|
|
davet etmek, misafir ağırlamak Çocukları eğlendirmek için bir palyaço tuttuk. sākt mācīties
|
|
We hired a clown to entertain the children.
|
|
|
vurgu yapmak, belirtmek, vurgulamak Kazadan sürücünün sorumlu olmadığını vurguladı. sākt mācīties
|
|
He emphasized that the driver was not to blame for the accident.
|
|
|
Matt soyundu ve yatağa girdi. sākt mācīties
|
|
Matt undressed and got into bed.
|
|
|
bağış yapmak, vermek, tahsis etmek, bahşetmek, hibe etmek •bağış, hibe, •birine genellikle resmi bir şekilde bir şey vermek veya izin vermek •kabul etmek •Üniversite ona bir burs verdi. •Lincoln kölelere özgürlük verdi. sākt mācīties
|
|
•The college granted him a scholarship. •Lincoln granted liberty to slaves
|
|
|
bağışlamak, hibe etmek, vermek organ/kan bağışlamak Üniversiteye dört yüz yeni bilgisayar bağışlandı. sākt mācīties
|
|
Four hundred new computers were donated to the college.
|
|
|
rica etmek, talep etmek, dilemek, istemek rica, istek, dilem, dilek, talep *Talep üzerine bir başvuru formu mevcuttur İki bilgisayar daha talep ettik. sākt mācīties
|
|
*An application form is available on request We've requested a further two computers.
|
|
|
•kaldırmak, çıkarmak, temizlemek •at(ıl)mak, çıkar(ıl)mak, uzaklaştır(ıl)mak •... dan/den uzak olmak/farklı olmak; ilgisi/alâkası olmamak taşımak, kaldırmak, alıp götürmek •Kapağı dikkatlice çıkarın ve boyayı karıştırın. •Tıbbi nedenlerle işinden çıkarılmıştır. •Prensesin dünyası gerçeklikten çok uzaktı. sākt mācīties
|
|
remove, be far removed from sth An operation was needed to remove the bullets from his chest. •Carefully remove the lid, then stir the paint. •He had been removed from his job on medical grounds. •The princess's world was far removed from reality.
|
|
|
razı olmak, muvafakat etmek, izin vermek muvafakat, müsaade, izin, rıza Sonunda girmemize razı oldurlar/izin verdiler. sākt mācīties
|
|
You can't come without your parents' consent. They eventually consented to let us enter.
|
|
|
alkışlamak, el çırpmak, alkış tutmak, el şaklatmak sırtını sıvazlamak, birinin sırtına dostça dokunmak Kalabalık daha fazlası için alkışladı ve alkışladı. sākt mācīties
|
|
clap sb on the back/shoulder The crowd clapped and cheered for more.
|
|
|
bunal/t) mak, sıkıntıdan patla(t)mak Bu ışıklar fazla elektrik tüketmiyor. sākt mācīties
|
|
be consumed with/by sth *She was a dancer consumed by ambition. These lights don't consume much electricity.
|
|
|
fark etmek, algılamak, tespit etmek bulmak, ortaya çıkarmak, keşfetmek, sezmek, hissetmek, farkına varmak Bu özel kamera, vücutları ısılarıyla algılayabilir. sākt mācīties
|
|
This special camera can detect bodies by their heat.
|
|
|
kaymak, kayıp gitmek, kaydırmak, kayar gibi geçip gitmek *Alan'ı uyandırmamaya dikkat ederek odadan çıktı. sākt mācīties
|
|
slide - slid slide (sth) across/down/along slide (sth) into/out of/through, etc *She slid out of the room, being careful not to wake Alan. He slid the letter into his pocket.
|
|
|
savurmak, savrulmak, döndürmek (Beyzbol) Sopayı sallarken topu izleyin. Yürürken gerçekten kollarını sallıyor. sākt mācīties
|
|
Watch the ball as you swing the bat. She really swings her arms when she walks.
|
|
|
İfadesini doğrulamak imkansızdı. sākt mācīties
|
|
It was impossible to verify her statement.
|
|
|